hatasını kabul etmeyen insana ne denir

Her şeyin anahtarı sabırdır. Civcivi, yumurtaları kuluçkaya yatırarak elde edersiniz, kırarak değil. (Arnold Closow) Hırs, bir sandalın yelkenini şişiren rüzgara benzer; fazlası gemiyi batırır, azı da gemiyi olduğu yerde tutar. (Woltaire) En yaman delilik, en yaman akıl ve hikmetten doğar. LA ROCHEFOUCAULD. Müslümanınbir ayıbını görünce, ona hüsnü zan etmeli, teviline çalışmalıdır! Kalbe gelen bir düşünce, suizan olmaz. Kalbin o tarafa kayması, meyletmesi suizan olur. Hadis-i şerifte, (Suizan, yanlış karar vermeye sebep olur) buyuruldu. (Müslim) Salih veya fâsık olduğu bilinmeyen müslümana hüsnü zan etmelidir! hatasınıkabul etmeyen insandan ne kendine ne insanlığa fayda gelmez. 15 Sep 2021 Arapçada “insanın kendisi” anlamına gelen nefis, benlik kelimesiyle de tanımlanabilir. Hem her türlü kötülüğü hem de ondan sakınmayı bilen nefs insanın içindeki emredici güçtür. Yani bir insana bir eylemi yaptıran, bir kararı verdiren manevi güç nefistir. Allah, Kuran’da nefsin bu iki özelliğini şöyle bildirmiştir. suçunuhatasını itiraf etmek: acknowledge the corn f. 107: Deyim: hatasını itiraf etmek: eat humble pie f. 108: Deyim: hatasını kabul etmek/itiraf etmek: fess up to something f. 109: Deyim: itiraf etmek: come clean f. 110: Deyim: itiraf veya ifşa etmek: come out of the closet f. 111: Deyim: itiraf veya ifşa etmek: get out of the closet nama klub voli yang bagus dan artinya. - 0000 Son Güncellenme - 0000 Güncelleme - 0000 kabul eder     Hareket ve zarafet yaÅŸamının temasıdır. Pasiften saldırganlığa doÄŸru giden bir ruhsal durumu olabilir. Hata yaptığında, kabul eder. ÖzeleÅŸtiri yapar. Bekleyip görmek yerine, üzerinde düşünüp doÄŸru zamanda hareket  Sayılar ve Gezegenler ‘1’ sayısı ve ‘Güneş’ yönetir. Önde ve lider olmayı ister. Hırslıdır. Kısıtlanmayı  SaÄŸlık Dans, yoga, koÅŸu ve yürüyüşü tavsiye edilir. Gerekirse vitamin ve mineralleri içeren dengeli bir diyet yapmalıdı  Öneriler Duygularınızı kontrol altına almayı öğrenin. Spontan davranma özelliÄŸinizden ve özgürlüğünüzden vazgeç  Güçlü yanları Zarif, kendisinin farkında,  Güçsüz yanları Sabırsız, deÄŸiÅŸken doÄŸalı,  Bugün doÄŸanlar Mayo KliniÄŸi Vakfı’nın kurucusu Charles Mayo, Romanyalı tenisçi Ilie Nastase, sinema oyuncusu Tom McLoughin, İngiliz yazar A. J. Cronin, Fransız ressam Edgar  Bu yıl sizi neler bekliyor? Bolca hareket, yeni baÅŸlangıçlar söz konusu. İş hayatında da önemli adımlar atabileceksiniz. Planlı hareket etmeye bakı           İsyan Demircileri 🎗️ sözcüklerimizle karanlığı ezip geçtik, artık önümüz hep aydınlık. yüreğimizden dünyaya, pahalı sevgiler ışıldıyor. bir barış türküsüdür; baharda açan çiçek,mavilikte uçan kuş, toprakta börtü böcek. yaşamak, fırından yeni çıkmış ekmek gibi,sıcak ve doyumsuz,ümitli bir şey. yaşamak, alın akı hürriyet. Ozan Deniz Sarıtop Alexander Pope’un zamanında söylediği gibi; “Hata yapmak insana, affetmek ilahi olana mahsustur.” Fakat bariz bir mükemmeliyetçilik döneminde yaşıyoruz. Günümüzde, insanlar hatalarını kabul etmeyi sevmiyor. Ayrıca, politikacılar da yaptıkları hatalı şeylerin sorumluluklarını üstlenmiyor; kurumlar yapılarındaki eksikliklere göz insanlar hatalarını kabul etmezler? İnsanlar hatalarını cesurca kabul etmektense, özür dilemeye daha meyillidirler. Ohio Üniversitesinde yürütülen bir çalışma, bu duruma işaret Roy Lewick ve Leah Polin, insanların “Haklısın, hata yaptım.” demektense “Seni kırdığım için özür dilerim.” demelerinin daha kolay olduğunu keşfetmişlerdir. Kişinin ikinci cümleyi sarf etmesindeki amaç, açık açık hatalı olduğunu kabul etmek yerine, tüm sorumluluğu üzerine almadan duygusal açıdan durumu insanlara mükemmel olmadığınızı göstermeniz kolay değildir. Fakat kusursuz, sağlam ve yeterli görünme arzusu oldukça zor ve sağlıksız durumlar doğurabilir. Bu size mutluluğun mükemmel olmakla ilişkisi olmadığını unutturabilir. Bu yalnızca insan olmakla ilgili bir şey!İşin sonunda, hatalarınızı kabul etmeniz büyümek ve gelişmeniz adına ayrıcalıklı bir fırsattır.“Yapmaya değer hiçbir şey yapmak istemedikleri için, hiç hata yapmayan insanlar vardır.” – Goetheİnsanların Hatalarını Kabul Etmemesini Açıklayan EtmenlerHatalarını kabul etmeyen insanların varlığı en başta bize hakkımızın yendiğini hissettirir. Bizim bakış açımızı anlamalarını sağlamaya çalışır fakat bir noktadan sonra pes ederiz. Bunun sebebi, o insanların çok sabit kişilikleri ve zayıf sosyal yetileri olmasıdır ki bu, onların cesaretimizi kırmalarına izin vermememiz gerektiğinin farkına varmamızı yıl, New York Times tam da bu konuyla ilgili ilginç bir makale yayınladı. Bu makalede, Princeton Üniversitesi profesörlerinden Paul Krugman, yanılmazlık hastalığının yayıldığı bir dünyada yaşadığımızı belirtti. Bu durum, çaresizce sürekli mükemmel olduklarını göstermeye çalışan politikacılar üzerinden de kabul etmek ve aldığı kötü kararların sorumluluğunu almak kimsenin geçmek istemediği kırmızı çizgilerdendir. Bu durum, hataları kabul etmenin bir zayıflık işareti olduğu düşüncesinden kaynaklamaktadır. Sürekli bir belirsizliğin var olduğu dünyada, zayıflık belirtisi göstermek bir uçurumdan atlamakla aynı sosyal senaryonun ötesinde, en yakınımızda dahi hatalarını kabul etmeyen insanlar bulunmaktadır. İnsanlar neden böyledirler?NarsistlikLondra’daki Brunel Üniversitesi’nde farklı kişiliklerin ve insanların sosyal medyadaki davranışlarının analiz edildiği ilginç bir çalışma yürütüldü. Bu çalışmada, sürekli kendi başarılarını ve güçlü yanlarını sosyal medyada paylaşan insanların, narsist oldukları kanısına tarz bir kişilik profiline sahip olan insanlar, kendilerini mümkün olduğunca olumlu bir şekilde resmeder ve hatalı bir şey yaptıklarını pek kabul etmezler. Bunu yapmaları kendileriyle ilgili beklentilerini direkt olarak karmaşıklaştırdıkları anlamına gelir. Kendilerini daha iyi göstermek için, diğer herkesin kusurlarının olduğu noktalarda var olmayı tercih ederler. Kişisel SorumsuzlukKişisel sorumsuzluk duygusal olarak olgun olmamak ve sosyal yetilerin eksikliği ile ilişkilidir. Bu sebepten ötürü, hatalarını kabul etmeyen insanlar önemli sosyalleşme yetilerinden mahrumdurlar.“Eğer hatalarımın sorumluluğunu almazsam, onların olmadığını kabul eder ve davranışlarımın sonuçlarına katlanmam. Bundan dolayı, her şeyi yapabilirim.” Bu tarz bir kişisel odak bizi kaçınılmaz olarak başarısızlık ve mutsuzluğa MekanizmalarıHepimiz hata yaparız. Hata yaptığımızda, iki seçeneğimiz vardır. İlki ve en mantıklı olanı başarısız olduğumuzu kabul edip sorumluluk almamızdır. İkincisi ise hata yaptığımızı reddedip savunma mekanizması geliştirmektir. Bu durumlarda kognitif uyumsuzluk çok daha yaygındır kişilikleri zarar görmesin diye bazı insanlar tartışmalı durumları kabul etmemeyi ya da göz ardı etmeyi tercih örnek olarak, European Journal of Social Psychology’de yayınlanan bir makale oldukça ilginç bir noktaya parmak basmıştır. Hatalarının sorumluluğunu almayı tercih etmeyen insanlar, bunun onları daha güçlü kıldığını ve diğer insanlar ve kendi üzerlerinde daha fazla güç sahibi olduklarını düşünmektedirler. Bu sebepten ötürü, başarısız olduklarını bilir ve kognitif uyumsuzluk gösterirler fakat egolarını korumak için sessiz kalmayı tercih ederler. Hatalarını kabul etmeyen insanlar bariz bir şekilde sorumluluktan kaçmak için, birçok psikolojik stratejiye başvururlar. Onlara durumu açıklamaya çalışmak pek de kolay değildir. Yine de, bunu başarmak mümkündür. Herkes gibi yanılabileceğimizi kabul edip daha insan olmaya çalışmak ve gelişmek adına hatalarımızı kabul etmemiz için hiçbir zaman geç çekebilir ... Ehlader Araştırma Bölümü Rızık iki kısımdır 1- Kazanılması gereken rızık 2- Kesin olan rızık Kesin olan rızık insana verilmiş olan varlık, ömür, çeşitli imkânlar, aile ortamı ve yetenekleri gibi şeylerdir. Bu tür rızıkla insan çabası için gereken güç, dikkat ve beceriyi sahip olur ve iş görmeye kadir olur. Bu tür rızkı kullanmak sayesinde kişi kazanılması gereken rızka erişebilir. Kazanılması gereken rızkı elde etmek için insan kendi çabasını kullanmanın yanı sıra Yüce yaratıcının kapısına yönelip ona yalvarması gerekir. Hatta süt emer çocuğun bile bu sahadaki çabası ağlama ve bağırmasıdır; bu gibi çabaları sayesinde anne sütünü elde etmeği hak eder. Ancak biraz gelişip diğer aşamalara varınca çabası daha başka bir şekil alarak düşünce ve faaliyet şeklinde somutlaşır ve buna bağımlı olarak rızkının nicelik ve niteliği de değişir. Kısacası insanı arayan ve hiçbir kayıt şart olmadan verilen rızık sonucu insanda fikir ve çaba meydana gelir ve bu çabayı kullanma ve arayış sonucu da kazanılması gereken şartlı rızkı elde eder. İnsana erişmesi kesin olan rızık kesindir ve azalıp eksilmesi de mümkün değildir. Ne ihtiraslı insanların ihtirası onu kazandırır insana ne de isteksiz insanların pasifliği onu gelişini engeller. Ama kazanılan rızkı gerekli mukaddimelerini oluşturmak ve sıralamak sayesinde azaltıp çoğaltmak mümkündür. Allah'ın üzerine aldığı ve garanti ettiği rızık, varlığını sürdürebilmesi için her mahlûka ulaşması gereken paydan ibarettir. Elbette "rızık vermeyi Allah üstlendi onu garanti etti" derken kullar arasında yaygın olan kefalet ve garanti kavramlarından farklı bir anlamı kastediyoruz. Kuran'da "Her canlının rızkı Allah’ın üzerinedir" denmektedir. Bu ayetle ilgili olarak şu noktaya dikkat edilmelidir ki rızıkları üstlenen yaratılmış olan birisi değil, varlık âlemini ve evrendeki düzeni var eden her şeyin yaratıcısı olan Allah'tır. Onun bir şeyi kefalet etmesi üstlenmesi ile bu âlemdeki düzenin bir parçası olan ve bu düzende var olan diğer varlıklardan etkilenen bir yaratığın bir şeyi üstlenmesiyle farklıdır. Bu yüzden Allah'ın işini ve O'nun rızık vericiliğini bilmek bu âlemdeki düzeni bilmek sayılır. Bu âlemin bir parçası olan insanoğlunun, evrenin diğer öğeler gibi bir takım vazifeleri vardır. Elbette rızıklar ve sahip olduğumuz haklar konusundaki yaratılıştan veya ilahi kanunlarca belirlenen yükümlülüklerimiz de Allah'ın rızık vericiliğinin tecellilerinden sayılır. Bitkilerde bulunan gıda alma ve beslenme gücü ve canlılarda bulunan beslenme güdü ve cihazları da Yüce Allah'ın rızık vericiliğinin mazharlarından sayılır. Kuşkusuz Allah, her yaratığı bir takım istekler ve eğilimlerle donatmış sonra onu kendi ihtiyaçlarını karşılamak yolunda hareket etmek ve çaba göstermekle görevlendirmiş ve yönlendirmiştir. İşte bu fikir ve çaba Allah'ın ona rızkını ulaştırmasına zemin hazırlamaktadır. Yani onun rızık verici oluşu gereği rızk ve rızk verici birbirlerini sevmekte birbirlerini aratmaktadır. Yaratılış âleminin öğeleri arasında özel bir ilişki ve alaka onları birbirlerine bağlamıştır. Kişi çocukluk döneminde kendi rızkını elde etme gücüne sahip olmadığı için onun rızkı hazır olarak kendisine sunulmaktadır. Ama zamanla ilerleyip güç kazandıkça ve araştırarak rızkını elde etme gücüne sahip oldukça artık rızkı eskisi gibi rahatlıkla ona sunulmaz. Sanki onun rızkı götürülüp uzak bir noktaya bırakılır ve ona doğru gidip elde etmesi istenir. Genel olarak rızkın hazırlığı, rızık isteyenin gücü ve kendisine rızkı bulma için verilen hidayet arasında ters bir orantı vardır. Bu yüzden bitki ve hayvanlara göre daha üstün bir yapıya sahip olan ve ihtiyaçları daha kapsamlı olan insan konusunda rızıkla insan arasındaki mesafe daha fazladır. Buna binaen insan daha güçlü araçlarla donanmıştır. Yol bulma maksada erme sistemi onun vücudunda daha gelişmiş bir şekilde yerleştirilmiştir. Ona akıl ve düşünme gücü verilmiş ve vahiy ve peygamberler de ona yardım etmiş ve bir takım görevler kendisi için belirlenmiştir. Bütün bunlar Allah'ın razıklığının belirti ve tecellilerinden sayılır. Elbette bu bir gerçektir. Ancak bunun anlamı dişlere sahip olmanın insanın sofrasının başında sürekli pişirilmiş hazır ekmeğin bulunacağını garanti ettiği anlamına gelmez. Bunun anlamı ancak şudur Eğer ekmek yenecek madde olmasaydı elbette diş de olmazdı. Diğer yandan, eğer diş ve diş sahibi olmasaydı ekmek ve yenecek maddenin var olmasına da gerek kalmazdı. Başka bir ifade ile yaratılış nizamında rızık ile rızkı yiyen, rızkı elde etme araçları, rızkı tüketme ve rızkı bulma yollarını bilme arasında ilişki vardır. İnsanı yaratan ona beslenmesi için diş vermişse mutlaka tabiatta yararlanılabileceği maddeleri de yaratmıştır. Çalışmak için gerekli düşünce ve gücü görevi yerine getirmek için gerekli eğilimi de ona vermiştir. Bütün bunlar bir arada Allah'ın rızık vericiliğinin mazharı sayılırlar. Hadiste bu konuda şöyle denir "Eğer insan ölümden kaçtığı gibi rızkından kaçacak olsa bile mutlaka rızkı onu yakalar, ölümün onu yakaladığı gibi." Bu tür rızık değişmeyen ilahi kaza ve kaderden kaynaklanır. Allame Tabatabi bu konuda şöyle diyor "Rızkla rızk yiyen birbirinden ayrılmaları mümkün olmayan iki şeydirler. Rızk yiyenin yaşantısını sürdürmeği isteyip ama kendisi için bir rızkın yaratılmamış olması anlamsız bir varsayımdır. Yine bir rızkın var olmasının yanı sıra o rızkı yiyecek birinin bulunmayışı veya rızkın onun ihtiyacından fazla olduğu da mümkün değildir. Buna göre denebilir ki rızk ilahi kazanın bir parçası sayılır." Kazanılması gereken rızk ise onu arayan için mukadder kılınan rızıktır. Bu rızkın peşi sıra gitsek ve ona ulaşmanın şartlarını gözetsek mutlaka elde ederiz. Gerçekte bu rızka ulaşmak için bizim çabamızda, nedenin bir parçası sayılır. Eğer çabamız gayb âlemi tarafından hazırlanan diğer sebeplerin yanında yer alırsa o zaman bu tür rızka ulaşmak kesin olur. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Ali şöyle buyurmaktadır "Arayanı için garanti edilmiş olan çeşitli rızıkları talep edip arayın." Bu tür rızıkta aramadan rızkın garantiye alınışı da imkansızdır. Buna göre insan için Allah tarafından hazırlanan iki çeşit rızktan bir kısmı kayıtsız şartsız olduğu gibi bir kısmı da şartlıdır. Kayıtsız şartsız mukadder kılınan rızık, her türlü şartlar altında insana erişir; bu tür rızıktan belirlenen miktar, insana ulaşmayınca onun eceli gelmez. Peygamber buyurmuştur "İnsanın rızkı tamamlanmadıkça ölümü gelip çatmaz." Aranması, kazanılması gereken rızkın elde edilmesi bir takım işlerin görülmesine bağlıdır. Bu işler görülüp gerekli şartlar insan tarafında oluşturulmadıkça bu rızık insana ulaşmaz. Biri Resulullah'a "rızkımın çok olmasını istiyorum" dedi, Resulullah "Rızkının çoğalması için sürekli abdestli ol" cevabını verdi. Yine Ali buyurmuştur ki "İyi niyetli olan kişinin rızkı bol olur." Rızıkla rızk yiyen arasındaki ilişkiyi ve rızka erişmek için insanlara verilen donanım ve imkânları bildikten sonra bizlere düşen rızkı elde etmek için en sağlam yolun ne olduğunu öğrenip güç ve enerjimizi onu elde etmek için kullanmak ve bu yolda yalnız Allah!a güvenmektir. Türkçesi Enise Akgül Hata yaptığımızda, her zaman bunu kabul etmeli miyiz Psikolog Carol Tavris ve Eliot Aronson, Psychologies dergisinde Charlotte Northedge’a hatalarımızı kabul etmenin neden faydalı olduğunu hata yaptığımızda bunu kabul etmekte çok zorlanırızEliot Aronson Beynimiz; zeki olduğumuz, yetkili ve ahlaklı olduğumuza dair temel duygularımızı korumak için fiziksel bağlantılara sahiptir. Bundan dolayı, bu özelliklere sahip olmadığımızı gösteren belirtilere karşı -özellikle de gerçekten önemsediğimiz durumlarla karşılaştığında- içten gelen bir rahatsızlık hissederiz. Buradaki ikilem kişinin zeki, ahlaklı ve yeterliliğini kanıtlaması için; zeki yeterli ve ahlaklı olduğunu hissetmediği şeyleri yapmaktan Tavris Sadece davranışlarımızda değil, bizim için önemli olan inançlarımızda da kendimizi mazur göstermekten vazgeçebiliriz. Bundan dolayı, birisine “Harry, senin çocuk yetiştirme felsefenin yanlış olduğuna dair çok güçlü kanıtlarım var, sence de ilginç değil mi” dediğinizde size teşekkür etmeyeceklerdir. Size, o saçma kanıtları nereden bulduğunuzu sorarlar. Böylece söylediğiniz şeye önem vermekten kurtularak sadece kendi fikirlerini değiştirmiş inançlarımızı ve davranışlarımızı mazur gösterdiğimizin farkında mıyızCT Bilinçsiz olarak, haklı olduğumuzu hissederiz. Çünkü beynimizin, tutarlı bir inanç sistemini muhafaza etmek ve kendimizle ilgili düşüncelerimizi korumak için buna ihtiyacı Uyumsuzluk teorisi bunu şöyle açıklar. Sayısız deneyimler, insanların inançlarının yanlış olabileceğini öğrendiklerinde rahatsızlık duyduklarını, önemli bir karar verirken kendilerini aptalca hissedecekleri şeyleri yapmaktan korumaya çalıştıklarını göstermektedir. Mesela, diyelim ki, “Ben iyi bir insanım” düşüncesi “Yaşlı anne-babamın bakımı için kardeşlerim kadar çaba harcamıyorum” düşüncesi ile çatıştığında uyumsuzluk oluşur. Kişi bu uyumsuzluğu bertaraf etmek için cömert olduğunu düşünmeye çalışır. “Ben onlardan daha meşgulüm. Hem onlar her zaman erkek kardeşime parasal anlamda yardım ettiler. Nick dışarıda cebi dolu gezerken ben parasızdım”.Bu çeşit bir kendini haklı çıkarma davranışı yıkıcı olabilir miCT Bizler kişinin kendini haklı çıkarmasının saldırganlığa neden olabileceğini biliyoruz. “Nick her zaman benim sahip olduklarımdan fazlasına sahipti” gibi. Daha da ilginci saldırganlık da kendimizi daha fazla haklı çıkarmamıza sebep olacaktır. Cimri, kıskanç ya da kalpsiz olamayacağımıza göre bunu diğer kişinin hak etmesi gerekir. “Nick iyi para kazandıran bir işe sahip olamazdı çünkü çok tembeldi”. Hareketlerimizi haklı çıkartarak o duygularla yolumuza devam edebilmeyi haklı çıkarışlar ilişkilerimizi nasıl etkilerEA Eşler arasındaki çoğu kavga “ben haklıyım sen haksızsın” merkezlidir. Fakat her iki taraf da elinden geldiğince kendi yaptıkları şeyleri savunmayı bırakırsa daha az savunmacı ve karşı tarafın bakış açısını duymaya daha hazır hale gelirler ve böylece belki de kendilerine ait bazı hataları değiştirme fırsatı Eşinizin olaya bakış açısını kabul etmeniz gerektiğini ya da tüm anlaşmazlıklarda özür beyan ederek ona teslim olmanız gerektiğini söylemiyoruz. Tüm çiftler geçmişte olan bazı olayları kimin daha doğru hatırladığı hakkında, çocukların nasıl yetiştirileceği hakkında ya da buna benzer konularda tartışırlar. Fakat çiftler, haklı olduklarını ispat etmek yerine bu sorunu nasıl çözecekleri üzerine yoğunlaşırlarsa çok daha mutlu hatalarımızı kabul etmek konusunda diğer insanlara göre daha mı çok zorlanıyoruzEA Bazı insanların, gerçeklere dayanan, yüksek diyebileceğimiz öz saygıları vardır fakat onların kişisel değerleri, her zaman haklı oldukları üzerinde kurulu değildir. Onlar kendilerine şöyle diyebilirler “Aptalca bir hata yaptım, fakat bu benim aptal bir insan olduğum anlamına gelmez. Yaptığım bu hatadan ne öğrenebilirim” Ve aslında hemen hemen herkes bu şekilde düşünmeyi öğrenebilir. Çünkü öz saygı, köklü bir karakter özelliği değil benliğimizle ilgili kolayca değiştirebileceğimiz bir güzel bir konuya temas etmişsiniz- çoğumuz hatalarımızı kabul ettiğimiz zaman diğer insanların bizi hak ettiğimiz kadar sevmeyeceklerinden korkarız. Bunun sebebi nedirEA Benliğimizle ilgili olarak dürüst olduğumuzda daha insancıl ve daha sevecen oluruz. Bir doktor, lekesiz bir sicilin her şeyden daha önemli olduğunu düşünebilir fakat doktorların normal, insanca hatalarını kabul ettiklerinde, hastalarının daha affedici ve dava etmekten kaçınıcı oldukları görülmektedir. Aynı şekilde, suç işleyen kişi yaptığı kötülüğü kabul ettiğinde de mağdur olan kişi daha içten ve affedici kabul ettiğimizde, saygıdan başka ne kazanırızCT Yaptıklarımızdan hangilerinin hatalı ve iyileştirilebilir olduğunu görmezden geldiğimizde hiçbir ilerleme kaydedemeyiz. Bilim adamları, hâlihazırda inanmakta oldukları şeyleri doğrulayıcı kanıtlarına baktıkları kadar, bunları doğrulamayan kanıtlara da ulaşmak üzere eğitilmişlerdir. Kendimizi de bunu yapmaya zorlarsak ne kadar etkili olabileceğini fark ederiz. Bu yolla, kişisel yargılarımızla lekelenip, buğulanmış gözlüklerimizi çıkartarak dünyayı daha net ve daha gerçek şeyi itiraf ettiğimizde genelde buna özürlerimizi de katarız. Hatalarımızı kabullenme şeklimizle ilgili en iyi yolun ne olacağı hakkında bir öneriniz var mıCT Bu, yaptıklarımızın sorumluluğunu almakla ilgilidir. En azından ilk etapta, hatanın özrü ile hatanın sebebini birbirinden ayrı tutmak gerekir. Mesela, kuzenlerimden biri, çok ağır hasta olarak hastanede yattığı günlerde erkek kardeşinin onu hiç ziyaret etmemiş olmasına çok kırılmıştı ve ona karşı öfkeliydi. Erkek kardeşinin özrü, “ama çok meşguldüm” ve “tüm vaktimde çalışmak zorundaydım” cümleleriyle doluydu, bu kız kardeşi daha da kızdırıyordu. Aslında erkek kardeşin söylemesi gereken; “Çok hatalıydım, ne kadar incindiğini hissedebiliyorum, seni böyle kırdığım için çok üzgünüm” cümlesiydi. Daha sonra neden gelemediğini açıklayabilirdi, açıklamalıydı da… Ama öncelikle hatalı olduğunu kabul etmesi Basitçe “Hata yaptım, affedersin” demek bile karşı tarafın öfkesini zararız hale getirir ve gündemi uzlaşma, problemi çözme safhasına taşır. Bu sadece ilişkilerimiz ya da işimiz için değil yetersiz görünmekten kaçındıkları için, hatalarını kabul etmekten korkan patronlar için de geçerlidir. Hâlbuki özür dilemeden, dürüstçe yapılan hatanın kabul edilmesi, kişiyi daha insani göstermeye ve onun hatalarını bilip onaracak kadar yeterli olduğunu kanıtlamaya yeter.

hatasını kabul etmeyen insana ne denir